Çekik gözlü, küçük burunlu, minik kuyruklu bir yaramaz!
Annesinin etrafında zıp zıp zıplayan bir oyunbaz!
Küçük Ceylan, görenlerin hayran kaldığı çok sevimli bir geyik yavrusuydu. İri siyah gözleriyle, sırtındaki benekleriyle tatlı mı tatlıydı.
Annesinin her sabah özenle temizlediği kahverengi tüyleri pırıl pırıl parlardı. İncecik bacakları, öyle zarifti ki… Herkes Küçük Ceylanı çok severdi.
Küçük Ceylan, büyük bir geyik sürüsü içinde dünyaya gelmişti. Hayata gözlerini açtığında çok büyük bir ailesinin olduğunu görünce çok mutlu olmuştu. Çünkü bu büyük aile onu tehlikelerden koruyordu.
Yaşadıkları ormanda birçok tehlike vardı. Mesela yırtıcı hayvanlar, eli silahlı avcılar, su içmeye gittikleri nehirdeki timsahlar… Ama Küçük Ceylan bunlar için endişe etmiyordu. Çünkü onların sürüsü çok kalabalıktı. Birlik içinde oldukları sürece kimse onlara bir şey yapamazdı.
Annesi Küçük Ceylan’a;
- Bizim yanımızdan hiçbir zaman ayrılma. Eğer sürüden tek başına uzaklaşırsan seni koruyamayız, diye öğüt vermişti. Küçük Ceylan da bu öğüdü dinlemiş, annesinin yanından uzaklaşmamıştı.
Günler çok güzel geçiyordu. Çünkü yaşadıkları yerde çok güzel nimetler vardı. Sürüdeki herkes karnını rahatlıkla doyuruyordu. Fakat zaman geçtikçe durum değişti. Artık havalar ısınmıştı. Etraflarındaki otlar kuruyup sararmıştı. Nehrin suyu da iyice azalmıştı. Eskisi gibi bolluk içinde değildiler.
Bir gün sürünün lideri bütün yetişkinleri topladı ve danışma meclisini kurdu. Sonunda karar açıklandı:
“Bir an önce suyun bol olduğu bir yere göç etmeliyiz!”
Bu karar Küçük Ceylanı çok sevindirmişti. Demek yolculuğa çıkacaklardı!
“Ne kadar güzel!” diye düşündü. Yeni yerler görecekti.
Ama annesi onun kadar sevinçli görünmüyordu. Anlaşılan onu düşündüren bir şeyler vardı. Küçük Ceylan annesine:
- Anneciğim, neden yolculuk için endişe ediyorsun? diye sordu.
Annesi küçük Ceylan karşısına alıp ciddi bir şekilde konuştu.
- Küçük Ceylan. Bu yolculuk sandığından daha zahmetli olacak. İlk zamanlar yürümek hoşuna gidebilir ama yolculuk uzayınca çok yorulacaksın. Eğer sürünün gerisinde kalırsan bu senin için çok tehlikeli olabilir. Sürüyü takip eden yırtıcılara yakalanmandan çok korkuyorum.
Küçük Ceylan annesinin gereksiz yere endişe ettiğini düşünüyordu. O gezip eğlenmeyi çok severdi. Bütün gün etrafta koşturup duruyordu. Ne diye yorulsun ki?
- Anneciğim sen hiç merak etme. Ben yürümekten yorulmam! dedi aceleyle.
Annesi tekrar hatırlatma gereği duydu.
- Yavrum bu yolculuk sabır gerektirecek. Ne kadar yorulsan da gayret göstermeye devam etmelisin.
Küçük Ceylan hiç aldırmadı.
- Ben yorulmam ki! Hiç düşünme bunları. Hadi ne zaman çıkıyoruz yola? Bir an önce çıksak ya. Gideceğimiz yeri çok merak ediyorum.
Küçük Ceylanın fazla beklemesine gerek kalmamıştı. Ertesi gün erkenden yola çıktılar.
Bütün yetişkinler sıraya dizilmiş, ağır ağır yürüyorlardı. Küçük Ceylan’ın da tam annesinin hizasında yürümesi gerekiyordu.
Ama o bu ağır yürüyüşten sıkılmıştı. Koşup oynayarak, hoplaya zıplaya gitmek istiyordu. Annesi ise,
- Gücünü boşa harcama. Sakince yürü, deyip duruyordu.
Nihayet vakit öğle olmuş, güneş tam tepeye dikilmişti. Üstelik etrafta ne su, ne de taze ot yoktu. Küçük Ceylan çok susamıştı. Galiba yorulmuştu da… Hiç gücü kalmamıştı. Ama annesi ona sabretmesini söylüyordu.
- Yavrucuğum, bu yolculuk sabır gerektiriyor. Biraz daha dişini sık.
Küçük Ceylan ise sabretmek istemiyordu. Bir an önce taze ot yemek, su içmek ve gölgelik bir yerde dinlenmek istiyordu.
- Anneciğim, kendimi çok kötü hissediyorum. Dayanamayacağım! diye sızlanıp duruyordu. Annesi ise;
- Sabırlı ol Küçük Ceylan. Gideceğimiz yerdeki nimetleri düşün. Bu yolculuğa sabredersen sonunda rahata kavuşacaksın. Sakın kendini bırakma! diye öğüt veriyordu.
Küçük Ceylan sonunda sızlanmanın bir faydası olmadığını anlamıştı. Şikâyet edip durarak gücünü boşa harcadığını fark etti. Annesinin tembihlerine hak vermeye başlamıştı. Anlaşılan bir şeye heves etmek yetmiyordu, çok sabırlı olmak gerekiyordu.
Sonunda bütün gücünü dizlerine verip yürümeye başladı. Hissettiği sıkıntılara aldırmamaya çalıştı. Hep bu yolculuğun sonunda varacakları yeri düşündü. Annesinin anlattığı o güzel diyarı…
Orada suyu tatlı bir göl varmış, hiçbir zaman kurumazmış… Etrafında her zaman yeşil otlar bitermiş. Ne açlık ne de başka bir sıkıntı yokmuş…
Küçük Ceylan gün boyunca sabretmişti ama dayanma gücü de iyice azalmıştı. Akşam olduğu halde hala o diyara gelmemişlerdi işte... Neredeyse inancını kaybedecekti ve kendini sıcak kumların üzerinde bırakıverecekti ki...
Sürünün öncü kuvvetlerinin sesi duyuldu:
- Müjde! İşte aradığımız göl şurada!
Küçük Ceylan son kuvvetini toplayıp önlerindeki tepeye tırmandı. Zirveye çıkınca ne görsün: önlerinde pırıl pırıl parıldayan bir göl ve yemyeşil bir bayır uzanmıyor mu?
İşte başarmıştı! Küçük Ceylan bu zorlu yolculuğa sabretmenin mükâfatına ulaşmıştı!
Zeynep Ergin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Email Yazma Zorunluluğu Yoktur Lutfen Gerçek Adınızı
Ve Emailinizi Yazmayınız Takma Isim Kullanınız
Yorumlama biçimi: Anonim Olarak Seçiniz
Güvenlik Kodunu Her İki Cümleyi Yanyana Yazınız
Mehmet Can