Küçük fareciğin canı çok sıkılıyordu. Doğduğu günden beri şu yaşadıkları delikten dışarı çıkmamışlardı. Ne zamandan beri annesine yalvarıp duruyordu ama o bir türlü onu gezmeye götürmüyordu.
Artık karar vermişti, yarın sabah annesi izin vermese bile çıkıp etrafı gezecekti.
Sabah erkenden uyanan farecik, yavaşça deliklerinden başını uzattı. Henüz hava aydınlanmamıştı bile. Ev sahipleri mışıl mışıl uyuyordu.
Farecik çok sessiz bir şekilde delikten dışarı çıktı. Burası evin oturma odasıydı her halde. Kanepeler ve bir de ocak vardı. Ocağın önündeki postta ise bir hayvan kıvrılmış uyuyordu.
Pek sevimli bir hayvandı bu. Uzun tüyleri pırıl pırıl parlıyordu. İki dik kulağı, incecik bıyıkları vardı. Bir de uzun bir kuyruğu…
Farecik yavaş yavaş yürüyerek bu hayvanın yanından geçip gitti. Kapıdan dışarı adımını atınca güzel bir bahçede buldu kendisini. Biraz gezinmek niyetiyle bir iki adım atmıştı ki ne görsün; kocaman, uzun boyunlu, tuhaf görünüşlü bir hayvan kendisine doğru yaklaşmıyor mu?
Farecik bu kırmızı kafalı, çenesinin altından ibikler sarkan hayvanı görünce korkuyla kaçmaya başladı. Neyse ki o tuhaf hayvan kendisini kovalamadı. Bahçedeki bir kütüğün üstüne çıkıp var gücüyle öttü.
Ü-ürü üüü!
Farecik o güçlü sesi duyunca o kadar korktu ki kendisini eve zor attı.
Aman ne korkunç bir hayvandı o öyle!
Hemen annesini görmek için yaşadıkları deliğe koştu. Bu sırada ocağın önündeki postta uzanmış olan sevimli hayvan da hala uyumaya devam ediyordu.
Farecik deliğe girince telaş içindeki annesiyle karşılaştı. Annesi:
- Farecik nerdesin? Her yerde seni arıyorum ben de! Dedi. Farecik,
- Etrafta gezinti yapmak istemiştim, diye cevap verdi. Annesi ise çok heyecanlıydı:
- Nasıl böyle bir şey yaparsın? Bu senin için çok tehlikeli! Sen henüz dostumuzu düşmanımızı bilmiyorsun ki?
Farecik kendinden emin bir şekilde:
- Merak etme anneciğim, ben bugün dostumuzu düşmanımızı öğrendim, dedikten sonra etrafta gördüklerini bir bir anlattı:
- Anneciğim bizim bahçede çok korkunç bir hayvan yaşıyor. Kocaman bir hayvan, kırmızı kafalı ve çenesinin altından ibikler sarkıyor. Hele bir sesi var öyle korkunç ki!
- Horozu mu diyorsun. Hani sabahları güneş doğarken ötüyor.
-Evet, o işte. Ama bir de ocağın başında uyuyan çok sevimli bir hayvancık var. İki kulağı, uzun bir kuyruğu ve yumuşacık tüyleri var. Görsen o kadar güzel ki.
- Aman! Sen galiba kediden bahsediyorsun! Seni görmedi değil mi?
Farecik annesinin neden bu kadar telaşlandığını hiç anlamamıştı.
- Ama anneciğim o çok güzel. Tıpkı bize benziyor. Galiba akrabamız! Diye ısrar etti. Annesi başını sallayarak:
- Beni iyi dinle Farecik. O gördüğün horoz var ya, onun korkunç göründüğüne bakma. Ondan bize hiçbir zarar gelmez. Onun görevi sabahları insanları uyandırmaktır, bunun için ötüyor. Ama o gördüğün kedi var ya, onun görevi, bizim gibi insanların yiyeceklerini yiyen fareleri avlamaktır. Bizim asıl korkmamız gereken odur. Görünüşe aldanma. Onun görünüşü bizden gibidir ama bizi asıl avlayan odur.
Farecik bu işe çok şaşırmıştı. Şimdi annesinin ona delikten çıkmayı neden yasakladığını daha iyi anlamıştı.
Demek ki dışarıda çok büyük tehlikeler vardı. En büyük tehlike ise bize en sevimli görünen şeylerden gelebiliyordu…
Bir daha annesinin iznini almadan çıkmamaya karar verdi. Henüz öğrenmesi gereken çok şey vardı…
Sevgili Anneler Babalar:
Bu hikâyeyi çocuklarımıza okuyalım. Ana fikrini anlattıralım. Aşağıdaki gibi sorular sorarak kendini ifade etmelerini sağlayalım:
1- Farecik horozu neden korkunç buldu?
2- Farecik bu gördüklerinden neler öğrendi?
3- Bu hikâyeye farklı bir son yazmak isteseydin nasıl bitirirdin?
İslami Hayat
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Email Yazma Zorunluluğu Yoktur Lutfen Gerçek Adınızı
Ve Emailinizi Yazmayınız Takma Isim Kullanınız
Yorumlama biçimi: Anonim Olarak Seçiniz
Güvenlik Kodunu Her İki Cümleyi Yanyana Yazınız
Mehmet Can