29 Temmuz 2013 Pazartesi

Gaddar


Bir yaz günü çocuklar dere kenarında oynuyorlardı. İçlerinde Gaffar adında biri vardı. Hayvanlara yaptığı işkenceler yüzünden çocuklar ona Gaddar lakabını takmışlardı. Gaffar daha yeni ve canlı bir oyun oynanmasını istiyor; fakat teklif edilen oyunların hiç birini beğenmiyordu.

    Kendisi gibi düşünen iki üç arkadaşını bir köşeye çekti. Onlarla başbaşa vererek konuştuktan sonra, eğlenceli bir oyun bulduklarını söyledi.

   Diğer çocuklar bu yeni oyunu merak ediyorlardı.

Esma ile Alican

Küçük Yusuf çok akıllı,temiz kalpli, iyilik yapmayı seven bir çocukmuş.

Yusufun o kadar çok arkadaşı varmış ki kendisi bile saymakla bitiremezmiş. Yani onu herkes severmiş.

 Arkadaşlarından biri onun kadar temiz kalpli değilmiş. Yusufun herkes tarafından sevilmesini, sayısız arkadaşları olmasını çekemezmiş. Murat buna bir son vermeliyim diye düşünmüş.

Tırtılın Ayakları

Tırtılın ayakları çoktu. O bunu hiçbir zaman sıkıntı yapmıyordu. Çekirgenin 4 ayağı vardı. Hele iki tanesi ne güzel zıplamasına vesile oluyordu. Zıp oraya zıp buraya...

tırtıl ne güzel ayaklarım çok ama bu büyük bir sorun değil diyerek yoluna devam ederken kendisine doğru gelmekte olan iki ayaklı tavuğu gördü. Amanın ayakları birbirine dolandı, durdu.

Ayak sayısının çokluğu koşmanında çok olacağını göstermiyordu. Tavuk yaklaştı yaklaştı..birden tavuğu dört ayaklı tilki yakaladı.

28 Temmuz 2013 Pazar

Üç Öğüt

Avcının biri tuzak kurarak bir serçe avlamıştı.Tutunca aldı eline. Alır almaz Serçe dillendi ve,‘bugüne kadar’ dedi, ‘sığır ve koyunlar yedin. 

Yediklerini düşünsene.Doymadın mı da benim birkaç gramlık etime hevesleniyorsun? Onlar seni doyurmadıysa ben ne yapabilirim ki. 

Bırak beni’Avcı şaşırdı. Hem serçenin dile gelmesine hem de şimdiye kadar yediklerine. Serçe, sürdürdü konuşmasını,‘şayet bırakırsan sana üç altın öğüt vereceğim. 

Bir lokma kuş etini mi tercih ediyorsun ömrün boyunca yararını göreceğin üç öğüdü mü? İyi düşün’

Dağınık Çocuk



Bir çocuk varmış. Eşyalarını toplamaktan hiç hoşlanmazmış. Bir gün yerlerde atılı duran eşyalar, aralarında konuşuyorlarmış.

-“Sen neden hala buradasın. Bu saatte okulda olman gerekmiyor mu?” diye sormuş ceket ders kitabına. Ders kitabı:

-“Evet, ama dağınık çocuk okula giderken beni aradı, bulamadı. Sonunda beni almadan gitti” dedi. Çorap:

Üçgen, Kare ,Dikdörtgen, Daire nin Konuşması


Üçgen ile kare yolda karşılaşırlar ve selamlaşırlar. Daha sonra üçgen kareye kendini tanıtır.
- Biliyormusun benim üç kenarım var. Bu yüzden bana üçgen diyorlar. İstersen bir sayalım. Bir, iki ,üç.

Sonra kare üçgene kendisini tanıtır.

- Benim adım da kare, dört kenarım var, kenarlarımın dördü de birbirine eşit. Benim kenarlarımı da sayalım. Bir , iki, üç, dört. Sonra da üçgenle kare çok iyi arkadaş olarak beraber yollarına devam ederler.

Güneş Ve Rüzgar


Bir  gün  rüzgar Güneş’le   konuşuyormuş. Vuvv…Ben  senden  daha  güçlüyüm  demiş.

-Öyle mi?  Demiş  Güneş.
-Elbette  demiş  rüzgar. Bunu  sana göstereceğim. Bak şu  aşağıdaki  yaşlı  adamı görüyor musun?
Güneş  eğilip  bakmış.
-Görüyorum  diye  cevap  vermiş.
Rüzgar  gururla:
-Gör  bak!Onun  ceketini  çıkaracağım  diye konuşmuş.


Aslanın Sarayı

Aslan ormandaki hayvanları sarayına davet etmiş. Hem onlarla tanışmak, hem de ormanın sorunlarını konuşmak istiyormuş.

İçeri ilk olarak içeri giren ayı saraydaki kokuyu beğenmemiş. Eliyle burnunu tutup yüzünü buruşturmuş. Ağzından da “Öffff çok pis kokuyor.” Sözleri dökülmüş.
 Aslan bu işe çok kızmış. Sarayını kötüleyen ayıyı bir pençede yere serip öldürmüş.

Çirkin Ördek Yavrusu

Anne Ördek sabırla yumurtalarının kırılmasını bekliyordu. Vakit tamamlanınca ördek yavruları yumurtalarından çıkmaya başladılar. Fakat en son ve en büyük yumurta bir türlü kırılmıyordu.

 Sonunda yumurtanın beyaz kabuğu çatladı. Diğerlerinden daha gri ve farklı olan ördek yavrusunun küçük kafası göründü. Anne ördek yeni doğan yavruya bakarak ; "Umarım değişir.." dedi şevkatle.

Zaman ilerliyordu ama ördek yavrusunun rengi hala griydi. Kümesin bütün hayvanları onunla alay ediyorlar, ona "çirkin ördek yavrusu" diye sesleniyorlardı.

27 Temmuz 2013 Cumartesi

Anne Güvercin


Güzel bir yaz günüydü. Batur elinde sapan evlerinin yakınındaki ağaçlıkta kuş avına çıkmıştı. Gözleri radar gibi dikkatle çevreyi tarıyordu.

Birden arkasında bir ses duydu: ’Vurma kuşları.’ Döndü, baktı. Seslenen yabancı değildi. Mahalle arkadaşı Sarper’di: “ Ne istersin şu küçük yaratıklardan bilmem ki? Ne zararı var onların sana?

Bırak ötsünler, uçsunlar, kanat çırpsınlar. “ Batur: “ Sarper yine mi sen? Bu kaçıncı? İşime karışma demedim mi ben sana? Bak kuşları ürküttün, kaçıp gittiler. Kuş vurmak yasak mı yani? “ Sarper: “ Yasak tabii. Şu sıralar kuş yavrularının büyüme zamanı.

Kırmızı Benekli Kelebek

Sıcak bir yaz günüydü. Oya kırlara çiçek toplamaya çıkmıştı. Yorulunca bir ağaca yaslandı.

 Derken uyuyakaldı. Rüya görmeye başladı. Rüyasında çok güzel rengarenk bir kelebek gördü. Kelebeğin kanatlarında yıldızlar parlıyordu.

 Kırmızı benekleri vardı. Durmadan dans ediyor ve şarkı söylüyordu. Oya kelebeğin dansını hayranlıkla seyretti ve şarkılarını dinledi. Uyandığında kırmızı benekli kelebek gitmişti. Oya doğru eve gitti.

Kuşlar Tiyatrosu


Kuşlar kendi aralarında bir tiyatro kurmuşlardı. İlk temsillerini vereceklerdi. Hepsi de çok heyecanlıydı. Kolay mı? O gece tüm orman onları seyretmeye gelecekti.

İşte şu gelen orman kralı arslandı. Nasıl da kibirliydi! En öndeki sıraya geçti, oturdu.
Arkadan diğerleri birer ikişer gelmeye başladılar. En son gelen fil oldu.

Bütün hazırlıklar tamamlandı. Nihayet perde açıldı. Bir alkıştır koptu.

Kara Tren

Evvel zaman içinde bir orman varmış. Bu ormanın kenarından tren yolu geçermiş. Her gün bir tren kasabadan kente giderken bu ormanın yamacından geçermiş.

Ormandaki hayvanlar treni çok severlermiş. Tren ormanın kenarına gelince düdüğünü öttürür haber verirmiş: Düüüüüütt!..

 O zaman hayvanlar ormanın kenarına koşarlarmış. Tavşanlar, sincaplar kulaklarını sallayarak onu selamlarmış. Çiçekler bile başlarını sallar, kuşlar onunla yarışırlarmış. Trende keyifli keyifli çuf, çuf çuf çuf eder, puf puf puf diye dumanını çıkararak geçer gidermiş.

Asla Yalan Söyleme

Eski zamanlarda, insanlar ilim öğrenmek için çok çalışırlar, her türlü güçlüklere katlanırlardı. Küçük yaşlarında köylerinden, ailelerinden ilim öğrenmek için ayrılırlar, yıllarca onlardan uzaklarda zor şartlar altında yaşarlardı.
Seyyid Abdulkadir’in de küçük yaşta içine öğrenme arzusu düşmüş, bunun çarelerini aramaya başlamıştı. Sonunda dayanamadı, annesine gelerek;
-Anneciğim, ilim öğrenmek için Bağdat’a gitmek istiyorum…dedi.


Hurma Seven Çocuk

Sahabeden Rafi, çocukluğunda başından geçen bir hatırasını şöyle anlatır:

“Çocukken yaramazlık yapar, hurma ağaçlarını taşlardım. Bir gün bahçe sahibi beni yakaladı ve ceza vermesi için Hazreti Peygambere götürdü. Peygamberimiz bana:

– Çocuğum, hurma ağaçlarını niçin taşladın, diye sordu.

Ben de:

– Acıkmıştım onun için taşladım, dedim.


Alçakgönüllü Peygamberim

Peygamberimiz çok merhametli bir insandı. Tüm insanları, özellikle çocukları, çok severdi. Çocukları görünce hemen yanlarına gider, selâm verir, onlarla sohbet ederdi. Eline taze bir meyve geçince önce çocuklara ikram ederdi.

Peygamberimiz, çok cömert bir insandı. Özellikle fakir ve yoksulları görür gözetir, ihtiyaçla-rını karşılardı. Kapısına birisi gelip bir şey isterse, kendi ihtiyacı olduğu halde yemez, ona verirdi. Giymez, onu giydirirdi.

Peygamberimiz çok mütevazı bir insandı. Kimseye üstten bakmaz, kendisini arkadaşlarından ayırt etmezdi. Onlardan birisi gibi yaşardı. Ortak iş yapılacağı zaman hemen kendisi de görev alırdı.

Yoldaydılar. Peygamberimiz Sahabelerinden bir koyun kesip pişirmelerini istedi. Sahabelerden birisi öne çıktı:

Fındık ile Çırmık

Sitemiz üyesi seyma_nur'a Gerisini Sen Uydur Yarışmasında birincilik getiren hikayesi:

"Fındık evin sevimli kedisiydi ama gözü hep dışardaydı.  Dışarıdaki kedilere özenir, onlarla gezip dolaşmak isterdi.

Sokak kedileri onu sevmez yanlarına gelmesini istemezlerdi içlerinden mahallelinin verdiği adla kara pisik onunla arkadaş olmak istemesine rağmen diğerleri buna izin vermiyordu hep ona:

Fare Kapanı

Evin minik faresi, duvardaki çatlaktan bakarken çiftçi ve eşinin mutfakta bir paketi açtıklarını gördü. Kendi kendine: İçinde hangi yiyecek var acaba?” diye düşündü.

Bir süre sonra gördüğü paketin bir fare kapanı olduğunu anladığında yıkılmıştı. “Evde bir fare kapanı var! Evde bir fare kapanı var!” diye bağırarak telaşla bahçeye fırladı.

Minik fareyi telaş içinde gören tavuk, umursamaz ve bilgiç bir tavırla başını kaldırdı ve gıdakladı: “Zavallı farecik… Bu senin sorunun benim değil. Bana bir zararı olamaz küçücük kapanın” dedi.

Tavuktan destek bulamayan farecik bu sefer telaşla keçinin yanına koştu ve” Evde bir fare kapanı var! Evde bir fare kapanı var!” diye adeta çırpındı.

Çocuğu İslam Fıtratı Üzerine Yetiştirmek

Bu konu çok geniş ve büyük bir konu olmakla birlikte çocuk terbiyesi anne ve babanın hayırlı bir eş seçmesiyle başlar. Bu da kötü ahlâkla tanınmayan, şeriata uygun şekilde yaşayan bir aile seçimi ile başlar.

Resulullah (asm) buyuruyor ki “Çöplüklerden kırmızı gül toplamayın” “Kötü bir aileden güzel bir kızla evlenmeyin”. Yine başka bir hadiste “Çocuklarınız yediklerinizden oluşur. Yediklerinize dikkat edin”der. Böylece çocuk terbiyesi noktasında eş seçimiyle başlayan, anne babanın yediği haram ve helal gıdaların önemini, çocuk sahibi olmadan, önce kendi bedenlerini temizlemelerini vurgular.

Parolayı söyle!

Küçük Arif’in canı tatlı bir şeyler istiyordu. Mutfağa girince tezgahın üzerindeki elmayı gördü. Kıpkırmızı bir elmaydı bu. Çok tatlı görünüyordu.

Hemen aldı ve ısırmak üzere ağzına götürdü. Ama o da ne! Tanıdık bir ses:
- Dur bakalım! Önce parolayı söyle! Diye seslenmiyor mu?

- Kimsin sen? Diyerek etrafına baktı Arif. Kimseyi göremiyordu. Ses de pek yakından gelmişti. O kadar yakın ki hatta neredeyse şu elindeki elmadan gelmiş gibiydi. Evet evet, elmaydı seslenen…

Arıcığın Maceraları

Arıcık bugün çok heyecanlı! İlk kez büyüklerle birlikte çiçek aramaya çıkacak.
Bu onun için çok önemli bir olay. Doğup büyüdüğü bu kovandan ilk kez uzaklaşacak.

Kovanları büyük bir ağacın kovuğunda inşa edilmiş. Arı beyi kovan için en güvenli yeri seçmeye özen göstermiş.
Çünkü arıların balı çok değerli bir besin. Onu çalmak isteyen birçok düşmanları var. Ayrıca yavru arıları yemeyi seven düşmanları da var.

Küçük Ceylan’ın Büyük Yolculuğu

Çekik gözlü, küçük burunlu, minik kuyruklu bir yaramaz! 

Annesinin etrafında zıp zıp zıplayan bir oyunbaz! 

Küçük Ceylan, görenlerin hayran kaldığı çok sevimli bir geyik yavrusuydu. İri siyah gözleriyle, sırtındaki benekleriyle tatlı mı tatlıydı. 

Annesinin her sabah özenle temizlediği kahverengi tüyleri pırıl pırıl parlardı. İncecik bacakları, öyle zarifti ki… Herkes Küçük Ceylanı çok severdi. 

Afacan Sincap’ın Yükseklik Tutkusu

Sincaplar nerede yaşar? Elbette ağaçta öyle değil mi?

Bizim Afacan Sincap da bir ağaçta yaşıyormuş. Hem de çok güzel bir ceviz ağacının en kuytu dalında! Her canlının rızkını veren Yüce Yaratıcı Sincapların da rızkını onların ağacında yaratmış. Sincap ailesi çevik vücutlarıyla daların ucunda dolaşıp cevizleri topluyorlarmış. Böylece zahmetsizce yaşayıp gidiyorlarmış.

Kibirli Fare ile Alçak Gönüllü Deve

Bir zamanlar kendini beğenmiş bir Fare varmış. Kendisini herkesten üstün görürmüş. Onun bu halinden bıkan arkadaşları bir gün Fare’ye küsmüşler. Artık hiçbiri onunla konuşmuyormuş.

Ama Farecik bundan ders alacağı yere,
- Hıh! Siz benim kıymetimi bilmiyorsanız benim size hiç ihtiyacım yok! Demiş.
Onları bırakıp kendisine başka bir arkadaş bulmaya çıkmış.

Küçük Fidanın Meyveleri

Küçük Fidan çok heyecanlıydı. Çünkü kış uykusundan yepyeni bir coşku ile uyanmıştı. Bu bahar onda bir başkalık vardı. Dallarının ucunda daha önce hissetmediği bir gıdıklanma hissediyordu. Küçük fidan çok merak ediyordu; ne olacaktı acaba?

Fidanın bulunduğu bahçede başka ağaçlar da vardı. Bunlar daha büyük ağaçlardı. Hepsinin de güzel meyveleri vardı. Mesela en yakın komşusunun dallarından her yıl sapsarı armutlar sarkardı. Arkasındaki genç ağaç ise al yanaklı şeftaliler verirdi.

Şahinin Başına Gelenler!

Eski zamanlarda avcı şahinleri çok seven bir Padişah vardı. Bu Padişah’ın çok yetenekli, iyi cins bir şahini vardı. Bu şahinin gözleri o kadar iyi görürdü ki, metrelerce yüksekte uçarken yerdeki avını fark ederdi. Ayrıca bu şahin çok da kuvvetliydi. Kuvvetli gaga ve pençeleriyle avını yakalar, güçlü kanatlarıyla onu Padişah’ın huzuruna kadar getirirdi.
Padişah bu şahini çok severdi. Ona kendi eliyle yemek yedirirdi. Şahin de padişahın koluna konar, onun kendisine verdiği değerle gurur duyardı.

Nezaketin Gücü

Tufan çok hareketli bir çocuktu. Hiç yerinde duramazdı. Sabahtan akşama kadar koşar, zıplardı.

Arkadaşı Hasan ise çok sakin bir çocuktu. Hasan da günün bir kısmında oyun oynardı. Ama oyunu bitince oturup biraz kitap okumayı tercih ederdi.

Bir gün Tufan Hasan’ın yanına geldi. Birlikte oyun oynamak istiyordu. Hasan ise o sırada yeni aldığı kitaba iyice dalmıştı. Tufan, Hasan’ın elinden kitabını çekip alarak:

- Haydi şu kitabı bırak da oyun oynayalım, dedi.

Hasan ise o sırada oyun oynamak istemiyordu.

- Kitabımı geri ver. En heyecanlı yerinde kaldım, dedi. Ama Tufan kitabı alıp kaçmıştı bile. Bir yandan koşarken bir yandan da:

- Haydi beni yakalasana! Diye bağırıyordu.

Tufan’ın bu hareketi Hasan’ın hiç hoşuna gitmemişti. Çünkü Tufan ona hiç saygı göstermiyordu. Hep kendi istediği olsun diyordu. Onu böyle zorlaması hiç hoş değildi.

Hasan bir süre Tufan’ı kovaladı. Ama Tufan çok hızlı koştuğu için yakalayamadı. Sonunda canı çok sıkılan Hasan, Tufan’ı bırakıp eve gitti.

Tufan geri geldiğinde Hasan’ı bulamadı. Elinde Hasan’ın kitabıyla kala kalmıştı. Mecburen eve gitti. Çünkü geç olmuştu.

Akşam yemeğinden sonra Hasan’a telefon etti. Neden bırakıp gittiğini sordu. Hasan ise Tufan’a dargındı. Ona:

- Sen bana hiç saygı göstermiyorsun. Hiç nazik değilsin. Artık seninle arkadaşlık etmek istemiyorum, diyordu.

Tufan yaptığına pişman olmuştu. Annesine gidip:

- Hasan benimle arkadaşlık etmek istemiyor. Artık beni sevmiyor, dedi. Annesi Tufan’a:

- Neler oldu anlat bakayım dedi.

Tufan olup biteni anlattı. Annesi:

- Ama Tufan’cığım, sen hata etmişsin. Arkadaşının isteklerine saygı göstermelisin. Eğer ona nazikçe oyun oynamayı teklif etseydin ve biraz sabretseydin, eminim kabul ederdi.

Ama onu zorlaman hiç doğru olmamış dedi.

Ardından da:

- İstersen sana bununla ilgili bir hikâye anlatayım, diyerek Rüzgar’la Güneş’in macerasını anlattı.

“Bir gün Rüzgâr Güneş’e meydan okumuş. “Ben çok hızlı ve güçlüyüm. Ne istersem yapabilirim. İstersen ispatlayabilirim” demiş. Güneş ise:

- Güçlü olmak her istediğini yapmana yetmez, başkalarına saygılı ve nazik olmalısın, diyormuş.

Sonunda bir yarışma yapmaya karar vermişler. Güneş, Rüzgâr’a:

- Şu adamın paltosunu sırtından çıkartabilir misin? Diye sormuş. Rüzgâr:

- Tabi ki, diyerek hemen kuvvetle esmeye başlamış.

Ama bu iş Rüzgâr’ın düşündüğü kadar kolay olmamış. Çünkü adam rüzgârın çok sert estiğini görünce hemen paltosuna sıkı sıkıya sarılmış.

Rüzgâr ne kadar uğraştıysa da adamın sırtından paltoyu çıkaramamış. Sonunda pes etmiş. Güneş:

- Şimdi sıra bende, deyip bulutların arasından çıkmış. Paltolu adama sıcak bir gülümseme göndermiş.

Adam havanın sakinleştiğini görünce paltosuna sarılmayı bırakmış. Sonra güneşin onu tatlı tatlı ısıttığını hissetmiş.

Biraz sonra adam paltoya ihtiyacı olmadığını düşünerek çıkarıp ve kolunun üstüne asmış. Güneş Rüzgâr’a dönmüş ve
-Gördün mü? Bazen kuvvetli olmak işe yaramaz. Başkalarının düşüncesine saygılı olmak ve nazik davranmak daha çok işe yarar.

Tufan bu hikâyeyi dinleyince hatasını anlamıştı. Ertesi gün Hasan’ın kitabını alıp onun yanına gitti.

- Dün öyle davrandığım için özür dilerim. Bir daha seni üzmeyeceğim, dedi ve kitabını ona uzattı.

Hasan arkadaşının pişman olduğunu anlayınca barışmaya karar verdi.

Tufan’la Hasan önce biraz kitap okudular. Daha sonra Hasan:

- Biraz saklambaç oynamaya ne dersin? Dedi. Birlikte güzel bir gün geçirdiler.

Sevgili Anneler Babalar:

Çocuklarınıza bu masalı okuyun ve anlattırın. Daha sonra hikâye üzerinde konuşun. Böylece çocuklarınızın okuduğunu anlamasını sağlamış olursunuz.

Ayrıca onun duygusal zekasını ve empati duygusunu geliştirmek için aşağıdaki soruları sorabilirsiniz.

1- Hikayedeki Tufan nasıl bir çocuk?

2- Onun yanlış olan davranışı nedir?

3- Tufan’ın davranışı arkadaşına nasıl duygular hissettirdi?

4- Tufan bu olaydan ne öğrendi?

5- Başkalarıyla iyi geçinmek için nasıl bir kişiliğe sahip olmalıyız?

İslami Hayat

Kurnaz Papağanın Kafesten Kurtuluşu

Zengin bir tüccarın güzel bir Papağan’ı vardı. Onu bir kafese koymuştu, güzelliğini seyrediyordu. Papağan ise vatanından uzakta bir kafeste tutulduğu için çok üzgündü.

Bir gün tüccar Hindistan’a gitmek için yol hazırlığına başladı. Gitmeden önce konağındaki herkese:

- Sana Hindistan’dan ne getireyim? diye sordu.

Hanımı, çocukları, hizmetkarları kendilerince bir şeyler istediler. Tüccar da getireceğine söz verdi. Bu sırada kendisine hüzünle bakan tatlı dilli Papağan’ına gözü takıldı. Yanına gidip:

Sen de mi Gülyağı Şişesini Devirdin?

Bir zamanlar, büyük bir bakkal dükkânı olan bir bakkal varmış. Bu bakkalda türlü türlü yiyecek ve ihtiyaç maddeleri satılırmış. Bakkal da bütün gün dükkânında oturur, müşteri beklermiş.

Bir gün dükkân sahibi pazarda akıllı bir Papağan görmüş. Papağan konuşmasını biliyor, güzel cevaplar veriyormuş. Bakkal kendi kendine; “Bütün gün dükkânda yalnız başına oturuyorum. Canım sıkılıyor. Şu Papağanı alırsam bana arkadaşlık eder” diye düşünmüş. Papağanı alıp dükkânına getirmiş.

Kötü Arkadaşın Zararı!

Çiftçinin biri tarlasına sebze ekmişti. Sebzelerini suladı, gübreledi, çapaladı, nihayet sebzeler yeşerip boy verdi. Mısırlar, baklalar, fasulyeler yetişmeye başladı.

Çiftçi sebzelerinin güzelce yetişmesinden çok memnundu. Her gün tarlaya gelip onları suluyor ve kontrol ediyordu. Onlara hiçbir şeyin zarar vermesini istemiyordu.

Bir gün çiftçi tarlada bir leylek gördü. Önce onun sebzelere zarar vereceğinden korktu ve leyleği kovalamak istedi. Ama bir de baktı ki leylek topraktan solucanları çıkarıp yavrularına götürüyor.

Farecik, Horoz ve Kedi

Küçük fareciğin canı çok sıkılıyordu. Doğduğu günden beri şu yaşadıkları delikten dışarı çıkmamışlardı. Ne zamandan beri annesine yalvarıp duruyordu ama o bir türlü onu gezmeye götürmüyordu.

Artık karar vermişti, yarın sabah annesi izin vermese bile çıkıp etrafı gezecekti.

Sabah erkenden uyanan farecik, yavaşça deliklerinden başını uzattı. Henüz hava aydınlanmamıştı bile. Ev sahipleri mışıl mışıl uyuyordu.

Aç Gözlülüğün Sonu!

Ormanda güzel bir göl varmış. Bütün hayvanlar oradan su içmeye gelirmiş. Kuşlar da elbette…

Bir bahar günü, uzak diyarlardan bir turna sürüsü gelmiş. Gölün tatlı ve serin suyundan içip biraz dinlenmek istemişler.

O sırada o gölde karınlarını doyuran bir kaz sürüsü de bulunuyormuş. Bu kazlar, gölün içindeki balıklarla beslenmekten dolayı hayli semizleşmişler. Turnalar ise uzun yoldan gelmiş, garip ve zayıf kuşlarmış.

Minik Kuşun Büyük Öğüdü

Bir gün yoksul bir avcı, ailesine yiyecek bulmak için ormana gitti. Kuş avlamak için bir tuzak kurdu. Sonra bir ağaç arkasına gizlenip beklemeye başladı.

Bir süre geçmişti ki avcının kurduğu tuzağa küçük bir kuş yakalandı. Avcı hemen kuşu ele geçirmek için uzağa koştu. Fakat bir de ne görsün; küçük kuş konuşmaya başlamaz mı?

23 Temmuz 2013 Salı

Köpek Yavruları

Bir dükkân sahibi dükkânının vitrinine üzerinde SATILIK KÖPEK YAVRULARI yazan bir tabelâ asarken, yanında küçük bir erkek çocuğu belirdi.

   "Köpek yavrularını kaça satıyorsunuz?" diye sordu.

   Adam çocuğa yavruların en az 50 lira ettiğini söyledi.

   Çocuk elini cebine attı, biraz bozuk para çıkardı, dükkân sahibine bakıp: